23 Mayıs 2017 Salı

"Çalın davulları çaydan aşağıya türküsünün" hikayesi





Çalın davulları çaydan aşağıya (Amman)
Mezarımı kazın dostlar belden aşağıya
Koyun sularımı kazan dolunca (Amman)

Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı
Götür yare ver

Selanik içinde selam okunur (Amman)
Selamin sedası dostlar cana dokunur
Gelin olanlara kına yakılır (Amman)

Aman ölüm zalim ölüm
Üç gün ara ver
Al başımdan bu sevdayı
Götür yare ver







"Çalın davulları çaydan aşağıya türküsünün" hikayesi

Süleyman Ağa Cami, Selanik’in eski merkezinde etrafı asırlık ağaçlarla çevrili bir hazirenin içinde bulunudu ve avlusunda güzel bir şadırvanı vardı. Caminin az ilerisinde asmalı bir sokak kahvesi ve çeşit çeşit ürünlerin bulunduğu dükkanlar vardı. Bu dükkanların biri de Rendalı Rüstem Ağa’ya ait kumaş dükkanıydı. Birkaç yardımcısıyla beraber çalışırdı Rüstem ağa. Selanik güzel feraceli Türk hanımları kumaşlarını hep ondan alırlardı. Etrafta sevilirdi Rüstem ağa… Dürüst, sözüne güvenilir olmasıyla bilinirdi. 

Rüstem ağanın dükkanına bir gün bir delikanlı girdi. Kumaşlara baktı, biraz kumaş aldı. Adı Mehmet’ti delikanlının. Selanik yakınlarında Mazganlı adında bir Türk köyünden gelmişti. Önce birkaç arkadaşıyla Selanik pazarına uğramış, koyunlarını satmış, sonra da Rüstem ağanın dükkanına gelmişti. Aslında Mehmet’in niyeti Selanik’ bir iş bulup çalışmaktı, köyde geçim zordu, yaşlı anne babasıyla yaşıyordu. Kumaşlara bakarken Rüstem ağayla sohbet etmeye başladılar. Mehmet nerden geldiğini, ailesini, dört erkek kardeş olduklarını, pazarda koyunlarını sattığını, iş aradığını, hesap kitap bildiğini anlattı. Rüstem ağa dört erkek çocuk lafını duyunca iç geçirdi, demek dört erkek evlada sahip babalarda varmış diye ama asla isyan etmedi. Rüstem ağanın gözü delikanlıyı tuttu, kendisi de bir süredir dükkana iyi, güvenilir, dürüst bir kişi arıyordu. İşte aradığı kişi ayağına gelmişti. Mehmet’e dükkanda işe başlamasını, kalacak yerini, yiyeceğini, giyeceğini karşılacağını ve bir miktar para vereceğini söyledi. Mehmet bu teklif karşısında önce şaşırdı ama sonra kabul etti ve hemen o gün işe başladı. Mehmet işi çabuk benimsedi, çok çalışıyor, her işe koşuyordu. Rüstem ağa Mehmet’ten çok memnundu, işe aldığına hiç pişman değildi, çok çalışıyor, müşteriye çok iyi davranıyordu. Zamanla daha da çok beğendi Rüstem ağa Mehmet’in çalışmasını, hatta beğenmekle kalmayıp sevdi de bu delikanlıyı. 

Mehmet artık Rüstem ağanın eli kolu olmuştu, her işe o koşuyordu. Rüstem ağa bazen Mehmet’i konağa yollar, ya unuttuğu bir şeyi aldırır ya da eve bir şey gönderirdi. Kapıyı hep Fitnat açardı. Zamanla bu iki gencin içine sevda ateşi düştü. Bir gece ikisi de konağın bahçesinde gizlice görüştüler ve birbirlerini sevdiklerini itiraf ettiler. Fitnat bu gence gönül vermişti, Mehmet’te Fitnat’a. Mehmetle Fitnat fırsat buldukça gizli gizli buluşuyorlardı. Sevdaları günden güne büyüyordu ama Fitnat gün geçtikçe durgunlaşıyordu. Bir gün annesi durumu anladı ve Rüstem ağaya açtı. Rüstem ağa hoşgörüyle karşıladı ve olur verdi. Mehmet’i kaç aydır tanıyordu, ondan daha iyisini mi bulacaktı. Babasının olur verdiğini duyan Fitnat çok mutlu oldu hemen Mehmet’e haber verdi. Mehmet hemen ertesi gün Rüstem ağadan izin alıp Mazganlı’ya annesini ve babasını almaya gitti. Mehmet ana babasına durumu anlattı, onlarda olumlu karşıladılar. Mehmet biraz Mazganlı’da kaldı ve sonra yola çıktılar. Annesi babası Rüstem ağanın konağında çok iyi karşılandılar, iyi bir şekilde ağırlandılar, kahvelerini içtiler ve Fitnat’ı Mehmet’ istediler. Rüstem ağanın tek bir şartı vardı:Mehmet’in iç güveysi gelmesi… Mehmet’in ana babası bunu kabul ettiler. Düğün zamanı görüşmek üzere izin isteyen Mehmet’in ana babası Mazganlı’ya geri döndüler. Rüstem ağa düğünün en kısa sürede yapılmasını istiyordu. Düğünü Selanik yakınlarındaki Nasiriç’teki çiftlikte yapacaklardı. Son kızıydı bu Rüstem ağanın, o yüzden düğünde ona göre olmalıydı. Dillerden düşmeyecek yıllarca konuşulacak bir düğün olmalıydı, günlerce davullar çalmalıydı. Hemen düğün hazırlıklarına başladılar.



Fitnat ve Mehmet artık düğün için gün saymaya başlamışlardı. Fakat Fitnat’ın da kaderi bu ya, düğün zaman çok kötü bir döneme denk gelmişti. Selanik çok kötü günler yaşıyordu. Bir süredir Selanik’te kolera salgını başlamıştı ve her tarafa yayılıyordu. Sadece Selanik değil Serez, Gümülcine, İskeçe bu salgınla boğuşuyordu. İstanbul’dan ve bir çok şehirden Selanik’ akın akın doktorlar geliyor, seyyar hastaneler kuruyor ve hastalığı engelemeye çalışıyorlardı. Artık her sabah Selanik sala sesleriyle uyanıyor, kadınlar evlerin cumbalarından her gün sokaklardan geçen cenazelere bakıyor ve bu felaketin ailelerinden uzak durması için dua ediyorlardı. Her gün bir evden cenaze çıkıyor, ağıtlar göklere yükseliyordu. Fakat düğünü de yapmak lazımdı. Herkes Fitnat’ın Mehmetle evleneceğini biliyordu, işi uzatılırsa laf olur, hoş karşılanmazdı. Temmuz sonunda Nasiriç’teki çiftlikte düğünü yapmaya karar verdiler.


Düğün gününe bir hafta kala Fitnat yataklara düştü, soldu, sarardı, yemeden içmeden kesildi. Babası hemen doktorları çağırdı, doktorlar hastalığı tespit ettiler. Tüm Selanik’i kavuran kolera illeti en sonunda Fitnat’ı da bulmuştu. Doktorlar durumunun umutsuz olduğunu söylediler anne babasına. Rüstem ağanın dünyası başına yıkıldı. Kızına bir şey olursa nasıl dayanacaktı bu acıya? Ya Mehmet’ nasıl söyleyeceklerdi durumu, kim nasıl söyleyecekti? Düğününü bekleyen delikanlı sevdiğinin cenazesini mi kaldıracaktı? Hangi yürek dayanırdı buna? Nasıl kaderdi bu, sevdalıları ayırıyordu. Daha düne kadar içinde düğün hazırlıkları yapılan konakta ağıtlar yükselmeye başladı. Annesi, akrabaları Fitnat’ın çeyizleri başında ağıtlar yakıyorlardı. Fitnat’ı durumu ağır olan hastaların bulunduğu Alaca İmaret’e taşıdılar. Artık herkes biliyordu Fitnat’ın öleceğini. Çünkü tüm şehirdeki durumu ağır olup yakında ölmesi beklenen hastalar Alaca İmaret’e taşınırdı. Fitnat da anlamıştı yakında öleceğini… Duygularını söylemeye başladı, türküye döktü:

"Çalın davulları çaydan aşağıya
Mezarımı kazın bre dostlar belden aşağıya
Suyumu kaynatın kazan doluncaya…
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı götür yare ver".



Fitnat’ın türküsü yarım kaldı. Düğüne üç gün kala Fitnat’ın nefesi bir gece kesiliverdi. Konağa haber verdiler, komşular uykularından ağıtlarla uyandılar, herkes anlamıştı Fitnat’ın öldüğünü… Sabah kazanlarda suyunu ısıttılar, Fitnat’ yıkadılar, kefenlediler. Kimsenin yüreği dayanmadı buna. Ağıtlar, çığlıklar Selanik’i inletti. Koleradan yüzlerce insan ölüyordu ama Fitnat farklıydı. Üç gün sonra gelinliğini giyip at üstünde Selanik sokaklarında gezdirilecekti. Oysa şimdi tabutu omuzlarda Selanik’in cumbalı evleriyle dolu sokaklardan doğru geçerek Horatacı Süleyman Efendi camine götürülüyordü. Oysa üç gün sonra bu sokaklardan davullu zurnalı düğün alayı geçecekti. Şimdi ise ağıtlar yükselen bir cenaze alayı geçiyordu. Tanıyan tanımayan herkes üzüldü Fitnat’a, Rumu, Yahudisi, Ermenisi; kaderini duyan herkes üzüldü… Mehmet kendi kazdı Fitnat’ının mezarını. Fitnat’ın yarım kalan türküsünü de o tamamladı:

"Selanik içinde sala okunur,
Salanın sedası cana dokunur.
Gelin olan kıza kına yakılır.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver.
Selanik Selanik… Issız kalasın.
Taşına toprağına bre dostlar, diken dolası
Sen de benim gibi yarsız kalasın.
Aman ölüm zalim ölüm üç gün ara ver.
Al başımdan bu sevdayı, götür yare ver".


Gerçekten de bir süre sonra Selanik ıssız kaldı. Kara bulutlar çöktü güzelim şehrin üzerine. Önce Balkan Harbinde Yunanlıların eline geçti şehir… Hemen güzelim şehrin simgesi olan kuleyi beyaza boyadılar… O kuleyi beyaza boyamakla şehri vaftiz ettiklerini düşündüler, şehirdeki Türk izlerini sildiklerini varsaydılar. Yunanlılara göre şehir artık bir Hristiyan şehriydi ve kulenin adı da artık Beyaz Kule idi. Horatacı camini kiliseye çevirdiler… Bugün ise Horatacı caminden sadece geriye cami ve minaresi kaldı. Asırlık ağaçlar kesildi, haziresi yerle bir oldu, şadırvanı yıkıldı… Bir süre daha geçti, bu seferde mübadele başladı. Feraceli kadınlar, yağız delikanlılar, çocuklar, yaşlı dedeler nineler ellerinde denkler, sırtlarında heybelerle, çantalar, bohçalarla yollara düştüler. Camilerden ezan sesleri kesildi, kapılarına kilit vuruldu, cemaatleri dört bir yana dağıldı. Hanlar, hamamlar, tekkeler boşaltıldı. Cumbalı konaklar ıssız kaldı. Fitnat’ın ana babası, kardeşleri de konaklarını boşalttılar, gözyaşları içinde arkalarında Fitnat’ın mezarını bırakmanın acısıyla yollara düştüler. Göç etmenin acısı o kadar büyük geldi ki insanlara Fitnat’ın hikayesini unuttular, sadece türküsü kaldı dillerde, nesilden nesile aktarılan… Rüstem ağanın dileği olmadı, kızına dilden dile söylenecek bir düğün yapamadı, davulları çaldıramadı ama Fitnatla Mehmet’in türküsü dilden dile yayıldı.

Kaynak : topragizbiz.com/

Hiç yorum yok: